İlaç Şirketlerinin Sağlık Ekonomisindeki Rolü

Tıbbi tedavilerde maliyetler giderek artmakta. Bunun önemli nedenlerinden biri, kanser tedavisi gibi yeni ilaçlara ihtiyaç duyulan alanlarda araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin çok artması ve bunun sonucunda birçok ilacın tedaviye girmesidir.

Günümüz kapitalist piyasa ekonomisi koşullarında tedavideki ilerlemeler büyük ölçüde uluslararası ilaç şirketlerinin aralarındaki rekabet ile gelişen araştırmalar sayesinde olmakta. Araştırmalardaki motive edici faktör doğal olarak şirket kazançları. Bu açıdan diğer endüstriyel faaliyetlerden çok farklı değil. Dolayısıyla ilaç şirketlerinin daha kazançlı alanlar olan yeni tedaviler geliştirmeye yönelmeleri beklenen bir sonuç.

Yeni geliştirilen ilaç tedavilerinin pahalı olmasının birçok nedeni olabilir. İlacın piyasaya yeni girmesi ve belli bir süre şirket tekelinde bulunması faktörlerden biri. Bir diğeri, bir maddenin ilaç oluncaya değin geçen sürede yoğun bir araştırma ve geliştirme faaliyetine tâbi tutulmasıdır. Bilindiği gibi bir madde ilaç olmadan önce canlılarda kullanılabilecek hale getirilmekte, ilkin hayvanlarda denenmekte, daha sonra faz 1 denen çalışmalarda başka hiçbir şansı kalmamış hastalarda kullanılarak dozu saptanmakta, faz 2 çalışmalarla tedaviye girmektedir. Kesin etkili olup olmadığını anlamak için tek başına bu da yetmez. Faz 3 denen çalışmalar gerekir. Bunda bir hasta gruba klasik ilaçlar verilirken aynı özellikleri taşıyan diğer gruba yeni tedavi yöntemi uygulanır. Yeni ilaç, daha yararlı olduğu saptanırsa tedavideki yerini alır. Bir ilacın rutin tedaviye girmesi yıllarca süren bir çalışmanın sonucudur.

Yeni bir tedavi yönteminin oluşturulması süreci, yaşamsal önemi nedeniyle bu şekilde olmak zorundadır. Hastalıkların karmaşık yapısından dolayı, keşfedilen her bir ilaç mucize yaratmaktan çok tedavideki başarıya yeni bir halka eklemekte, bu da ilaç endüstrisinin büyüyerek gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Burada ilaç geliştirme yöntem ve çabasının eleştirilecek bir yanı yok. Bu noktada asıl dile getirilmesi gereken eleştiri, uluslararası ilaç şirketlerinin tedavi için bu denli çok yatırım yaparken, toplumların hastalıkları önleme konusunda neden duyarsız kaldığı, bir anlamda koruyucu hekimliğe gereken önemin verilmemesidir.

Koruyucu hekimlik tıbbın hemen her alanında olduğu gibi yeni tedavilere ihtiyaç duyulan alanlarda da uygulanabilir. Bugün nedenini tam çözemediğimiz birçok hastalık gerekli önlemler alınsa ortaya çıkmayabilir. Örneğin günümüzde sigara kanser olgularının yaklaşık üçte birinden sorumlu. Dünyamızda tütün ve tütün ürünleri olmasaydı kanserden ölümler –olguların hepsinin ölümle sonuçlanmaması ve bir kısmında da tedaviyle ömrün uzamasından dolayı– bu oranda olmasa bile buna yakın ölçüde azalırdı.

Hastalıklara yatkınlığı önceden tespit etmek de koruyucu hekimlik kapsamında değerlendirilir. Örneğin bazı kanserlerin, bazı gen yapılarını taşıyan kişilerde çevresel etkilerle birleştiğinde daha kolaylıkla ortaya çıktığını biliyoruz. Bu yöndeki araştırmalar da tedaviye verilen önemin yanında geri planda kalmakta. Halbuki bu alandaki çalışmalar, nedenini ve tedavisini bilmediğimiz bir çok hastalığın önlenmesini sağlayacağı gibi, bu alanda büyük bilgi birikiminin oluşmasına da katkıda bulunacaktır.

Ne yazık ki hekimlik faaliyetleri büyük ölçüde tedaviye yönelik olmuştur. Bunda hekimliğin tarihsel gelişimi ve toplumsal alışkanlıkların rolü büyüktür. Toplumlar, gelişim süreçleri içinde önce görünen sorunlarla ilgilenmişler, hastalıklar ortaya çıkınca bunun çözümüne yönelmişlerdir.

Hastalıkları ortaya çıkmadan önleme, hem daha gelişmiş ve zekice bir yaklaşım, hem de daha ekonomik olmasına karşın, tedavi hekimliği günümüz kapitalist sistemi içinde kârlılığın yüksek olması nedeniyle eskiye göre daha da güçlenerek ön plana çıkmıştır. Düşünsenize sigara içilmemesi yönünde yapılacak çalışmalar şirketlere çok fazla ekonomik getiri sağlamayacaktır. Hastalıkların nedenlerinin tespiti ve oluşmadan önlenmesi de ekonomik değildir. Doğal olarak şirketler bu yöndeki çalışmalara pek istekli olmayacak, ilaç ve tedaviye yönelik teknolojileri geliştirme konusunda ise daha atak davranacaklardır. Bu, sağlığın tek başına piyasa koşullarına bırakılamayacağının tipik bir örneğidir.

Koruyucu hekimliğin geliştirilmesi, şirketlerin kendiliğinden dönüşüm yapabilecekleri bir alan değildir. Toplumsal uzlaşma ve kararlı devlet politikalarıyla hayata geçirilebilecek bir süreçtir. Burada üniversitelere ve bilim adamlarına büyük görevler düşmektedir. Bu yönde oluşturulacak bilinç, ilaç şirketlerinin davranış kalıplarının değiştirilmesinde de etkili olacaktır. Şu bir gerçek ki, uzun vadede daha düşük maliyetle daha sağlıklı bireylerin yetiştirilmesi hastalıkların nedeninin tespiti ve önlenmesiyle mümkün olur.

1056 Tüm Zamanlar 1 Bugün

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir