Bilgeler Neden Sakindir

Sanırım dinsel bir konu değildi. Pırıl pırıl bir gençten şuna benzer bir söz işitmiştim: “Saçma olduğunu biliyorum, ama inanıyorum, hoş duygular uyandırıyor bende, gerisi hiç umurumda değil.” Sonradan da zaman zaman buna benzer sözler duyduğumu anımsıyorum. Yıllar geçmesine rağmen bu anekdotu hâlâ anımsıyor olmam, olayın beni hayli etkilemiş olduğunu gösteriyor. Niye bu kadar etkilenmiştim? Herhalde akıl dışılığından dolayı. Zararsız gibi görünse de küçük çapta yaşanan bir akıl tutulmasıydı bu.

– Saçma olduğunu biliyorsan neden inanıyorsun?
-Mutlu olmak için.
-Peki o zaman aklın bunun sana saçma olduğunu söyleyip durmayacak mı..?
-..?

İşte o zaman insanoğlunun meşhur psikolojik savunma mekanizmaları girecek devreye.

-Belki çelişkiyi bastırıp bir daha dillendirmeyeceksin ya da rasyonalize edecek, kendince farklı yorumlara girişeceksin. Belki de başka psikolojik savunma zırhlarını kuşanacak, duygularını yaşamayı sürdüreceksin.

Duygularımız, insanın evrimsel gelişiminin göreceli olarak önceki dönemlerinde yer alıyor. Beyin katmanlarına baktığımızda anatomik olarak da böyle. Duygu merkezleri beynin solunum, dolaşım gibi yaşamsal merkezlerine daha yakın alt bölgelerinde yer alıyor. Yani yaşamın daha ilkel yönünü yansıtıyor. Yeni doğan bir bebeğin de ilk yaptığı iş ağlamak değil midir?

Beynin daha üst bölmelerine doğru gidildikçe daha karmaşık sistemlere geçiliyor. Akıl yürütmenin başladığı, düşüncenin detaylandırıldığı yerler, buralar. Hayvanlarda olmayan işlevler.

Duyguların gelip geçici olduğunu hep biliriz. O nedenle ünlü filozof E. Fromm “Sevme Sanatı” kitabında şöyle der: “Sevgi yalnız duygu olsaydı, birbirini ölünceye dek sevmek için söz vermek gerekmezdi.”

Yaşamın her alanı için geçerlidir bu. Çoğu cinayet ve kavga, yoğun duygulanımlar sonucu oluşmamış mıdır? Gazetelerde “cinnet geçirdi, çocuğunu, karısını öldürdü” haberleri akıl tutulmasından başka neyi yansıtıyor olabilir ki? Olayın failinin daha sonra “yaptıklarımdan pişmanım” demesi de yalan değil, gerçekten de samimi duygularının ifadesidir. Akıl dışı duygular bir anda duruma hâkim olmuş, kişiyi tutsak almış, olan olmuş ama iş işten geçmiştir artık. “Öfkeyle kalkan zararla oturmuştur.” Ne çok söylemimiz vardır tam da bu duruma uyan: “Öfke baldan tatlıdır” ama ne yazık ki “keskin sirke de küpüne zarar vermiştir.”

Yaşamdan beklentilerimiz arttıkça duyguların ön plana çıktığını görüyoruz. Hep duymuşuzdur, “adrenalini seviyorum, adrenalinsiz yaşayamam.” Evet yaşam için adrenalin gerekli ama fazla adrenalinin da yaşamın sonu olduğunu biliyoruz.

Burada iş yine dönüp dolaşıp ‘denge’ye geliyor. Denge ise aklın işlevi. Yaşamın her alanı için denge gerekli. Buradaki denge her tarafı idare eden yaklaşımı değil, tüm duygu ve düşüncelere empati yapan anlayışı yansıtıyor. Evde, işte, siyasette, toplumsal yaşamda, ruhsal dünyamızda işler hep dengeyle gidiyor. Dengeyi kurmak ise her zaman o kadar kolay olmuyor. O zaman da “deli olmak işten bile değil.”

Kaotik duygulanımlara tipik toplumsal bir örnek bizdeki siyasal tartışma ortamları. O kadar kavga, gürültü içinde gerçeğe nasıl ulaşabileceksiniz? Böyle yapmakla doğruları ortaya çıkarmaktan biraz daha uzaklaşıyorsunuz aslında.

Filozoflar, bilim adamları çağlar boyu yaşamın anlamı için kafa yormuş, gerçeğin peşinden gitmiş, her biri yeni bir şeyler söylemiş. Aklın uçsuz bucaksızlığı içinde her keşif gerçeğe yalnızca yeni bir halka ekleyebilmiş.

Bu kadar kafa yorup aklı kullandığın halde bile gerçeğin yalnızca bir yönünü (o da bazen) ortaya koyabiliyorsan kızmak, sinirlenmek, öfkelenmek neye yarar? Bunun anlamını kavramış insanlar, yani bilgeler hem kendi iç dünyalarında hem de toplumsal yaşamda hepimizi sükûnete davet ederler.

Anlamak ve anlatmak için hem ruhsal dünyamızda hem de dışarıda sessizliğe ihtiyacımız var. Bu pasif olmak değil, gerçeğe ulaşabilmek, huzur ve dengeyi yakalayabilmek için aklı kullanmak demektir.

1051 Tüm Zamanlar 1 Bugün

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir