Sorular mı Önemlidir, Cevaplar mı?

Her ikisi de önemlidir ama bana sorarsanız sorular cevaplardan daha önemlidir. Neden derseniz sorular bilinmeyenleri açığa çıkarır, cevaplar ise soruya reaksiyon olarak gelişir. Yani sorular birincil, cevaplar ikincildir. Sorular yeni ufuklar açar, cevaplar bu yolda yürümeyi sağlar. Yaratıcı olan, bilinmeyeni gündeme getiren, yön verilecek konuyu seçen, soru, buna zincirleme reaksiyon oluşturan, cevaptır. Yeni bir düşüncenin ortaya konması sorularla olur. Sorular kimi zaman cevapların da izlerini içinde taşır. Soru sorulduktan sonraki süreçte cevaplar nasıl olsa bulunur. Yeter ki soru önemsensin, cevap üzerinde yeteri kadar çalışılsın, araştırılsın. Tabii cevaplama sürecinde yeni sorular belirir, bunlara da cevap verilmeye çalışılır, süreç bu şekilde sürer gider.

Bilimde ya da sanatta olsun, yenilikler hep sorularla olmuştur. Bazen çok zaman alsa da er ya da geç cevaplara ulaşılır. Burada akıllara bazı matematikçiler tarafından ortaya atılan, ama hâlâ çözülememiş sorular geliyorsa da bunlar soruların cevaplardan daha az önemli olduğunu göstermez. Belki o soruların cevabı yok, ya da cevap bulma sürecinde uygun sorular sorulmamış olabilir.

Newton elmanın ağaçtan nasıl düştüğünü sorgulamasaydı yer çekimi yasasına ulaşması mümkün olur muydu? Galileo Galilei 17. yüzyılda evrenin merkezini merak etmeseydi, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü ispatlayabilir miydi? Ya da daha geçen yüzyılda Einstein, ışık hızına ulaşırsak ne olur diye sormasaydı görecelik kuramlarını ortaya koyabilir miydi?

Picasso, resmin fotoğraftan nasıl farklı olabileceğini düşünmeseydi resim sanatında bir çığır açabilir miydi?

Aslında cevaplar, biz onları bilmeden önce de var. Evrenin yasaları, doğanın işleyiş kuralları, canlıların gelişim prensipleri, toplumsal yaşamda düzeni sağlayan ya da düzensizliğe neden olan mekanizmalar biz bilsek de bilmesek de var. Bizler soru sorarak hangi cevapların açığa çıkarılmasını istediğimizi ifade ediyoruz. Hangi gerçekleri öğrenmek istediğimizi gündeme taşıyoruz. Bilinmeyenler içinde merak ettiklerimizi, sormaya değer bulduklarımızı, sormayı tercih ettiklerimizi ortaya koyuyoruz. Bu nedenle hangi soruları sorduğumuz büyük önem taşıyor.

Hatta denilebilir ki insanlık tarihi boyunca sorulan sorular ve açığa çıkarılan cevaplarla insanlığın, uygarlığın yönü belirlenmiştir. Kim bilir, belki de başka türlü sorular sorulsaydı insanlığın yaşam biçimi şimdikinden farklı olabilirdi.

Sorular dünyayı anlamada, evreni tanımada bize ilk ışığı yakan düşünsel bir süreç. Ne mutlu insanoğluna ki böyle bir merak ve öğrenme tutkusuyla donatılmış beyinlere sahip. Henüz kurulu düzenin yapısıyla koşullanmamış çocukları gözleyin. Ne kadar çok sorarlar. Ne kadar çok şeyi merak eder ve cevap ararlar. Çocukların oyun alanları, içlerindeki merakı gidermede, beyinsel faaliyetlerini geliştirmede, yeni sorularla yaşamı tanımada en büyük motivasyon aracıdır. Ama bizler çocukları bu yönde yetiştirmede ne kadar bilinçli hareket ediyor, bilimin bize söylediklerinden ne kadar yararlanıyoruz?

Sorulara hak ettiği önemi vermiş olduğumuzu sanmıyorum. Öyle olsaydı toplum olarak soruların sorulmasını teşvik eder, eğitim ve öğretimimizi bu yönde şekillendirirdik. Bırakın soruları teşvik etmeyi, çoğu zaman sorulan sorulardan rahatsız bile oluyoruz. Birçok defa şahit olmuşsunuzdur. Çocuk bir soru sorar, anne ya da baba soruya ilgisiz kalır; ilgisiz değilse ‘böyle saçma soru sorulur mu’ diye çocuğu tersler. Böyle yetişen bir insan ne kadar yaratıcı olabilir ki…

Sorunun her zaman çok iddialı olması gerekmiyor. Bazen küçük bir ayrıntı, bazen bir merakın tatmini olsa bile soru sormaktan çekinmemek gerek. Tabii özel yaşamlara burnumuzu sokmamak koşuluyla. Gerek toplumsal yaşamımızda, gerekse kişisel dünyamızda problemlere sorularla başlıyor, bunların çözümleriyle yön buluyoruz. Sorulan sorulardan bazıları diğer insanlara çok saçma gelebilir, ama bilmeliyiz ki en karmaşık problemlerin çözümü akıllara uzun süre gelmeyen ya da kimsenin sormaya cesaret ya da tenezzül etmediği basit sorularla başlamıştır. Sorulan soru her zaman güzel ve ilginç olmayabilir, ama ne kadar çok soru sorulursa, yaratıcı olan düşüncelere ulaşmak o kadar mümkün olur.

Kimi sorular vardır; içinde rahatsızlık barındırır. Çünkü hep bir şeyleri sorgular, sistem niye böyle işliyor, bu düzen neden böyle diye düşünür. ‘Daha iyisi nasıl olmalıdır?’ der. Merak eder, değişimin kapısını aralar. Bu nedenle konformist yaşamın rahatlığına alışmışlar, kurulu düzenlerinin değişmesinden korkanlar sorulardan rahatsız olurlar. Soru soranı sevmez, hatta alaşağı etmeye çalışırlar. Büyüklerin, çocukların sorularına ilgisizliği ya da soruyu soranı terslemesi biraz da alışık olduğu düşünce sistematiğinin dışına çıkmak istememesinin sonucu değil midir?

Ben derim ki her değişimin öncüsü ve yaratıcılığın kaynağı olan sorulardan rahatsız olmayalım. Yetişkinler için belki geç ama, çocukları soru sorma konusunda cesaretlendirelim, yaratıcılıklarını köreltmeyelim.

1098 Tüm Zamanlar 1 Bugün

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir